BÖLÜM 2Sevgili okurlar, Bir önce ki yazımızda kapitalizmi tanımlamış, ekosisteme verdiği zararları kısaca anlatmıştık. Şimdi ekosistemin kısaca tanımını yaparak, kapitalist ekonomi sisteminin genelde dünya ekosistemine, özelde ülkemize verdiği zararları geniş bir biçimde açıklayalım. Ekosistem; canlı, cansız varlıkların karşılıklı ilişkileri ile meydana gelen doğa sistemine ekosistem denilmektedir. Ekosistem aynı zamanda bir besin zinciri ile şekillenmektedir. Örnek vermek gerekirse, çoğu insanın bilmediği bazı böcek türlerinin dahi faydaları bulunmaktadır. Eğer bu böcekler bir gün tamamen yok olursa, bu başta insan olmak üzere doğrudan ya da dolaylı olarak ekosisteme uzun vadede zarar olarak geri dönecektir. Doğa sisteminde yüzbinlerce, milyonlarca yıl boyunca evrimleşerek bu günkü halini alan canlıların her biri, dolaylı ya da direkt olarak birbiriyle bağlantılı durumdadır. Bir türün nüfusunun aşırı derecede artması ya da azalması o tür ile ilgili direkt ya da dolaylı ilişkide olan diğer türleri olumsuz yönde etkileyecektir. Buna da bir örnek verelim: Çok büyük bir orman düşleyin. Bu ormanın çeşitli yerlerinde kollara ayrılan akarsuların olduğunu, içinde ayı, kurt, tilki, çakal, geyik, karaca, yaban domuzu, tavşan, yaban keçisi, köstebek, kaplumbağa ve çeşitli kanatlı hayvanların yaşadığını düşünün. Bunların hepsi doğrudan ya da dolaylı olarak birbirleriyle etkileşim halindedir. Şimdi bu aynı orman ekosisteminde yaşayan geyik ve kurtları ele alalım. Şayet sadece vahşi ve tehlikeli olduğunu düşündüğünüz için ormanda ki kurtları öldürür ve sayısını yok olma derecesinde azaltırsanız bu kez geyik, yaban domuzu, yaban keçisi gibi otçul hayvanların nüfusu aşırı derecede artacak, bunun sonucunda ormanda bulunan genç ağaçlar ve diğer faydalı bitki örtüsü zarar görmeye başlayacaktır. Bunun tam tersi otçul hayvanların aşırı avlanması ve yok olmaya yüz tutması, kurt, tilki, ayı gibi etçil hayvanların yiyecek kaynaklarını yok ettiğinden, bu hayvanları bölgeleri dışında yiyecek aramaya yöneltecektir. Çok defalar haberlerde duyduğumuz gibi ayı ya da kurtların köylere inip, yöre halkının çiftlik ve kümes hayvanlarına saldırması hep bu yüzdendir. Hayvanların yaşam alanlarını daraltıp, onların yiyecek kaynağı olan avlarını yok ettiğiniz zaman onlardan başka bir davranış şekli beklenebilir mi? Bu verilen en basit örneklerdi. Doğa ekosisteminde sizleri çok daha şaşkınlığa uğratacak, yaşamları birbirine bağlı bakteri düzeyinde birçok canlı mevcut. Bizler bu canlıları dışarıdan müdahale olmadan kendi hallerine bıraktığımız zaman mükemmel bir uyum içinde yaşadıklarını görürüz. Etçil hayvanlardan bir kurt ya da ayıyı düşünelim. Bu hayvanların gerekli olan yiyecek miktarı dışında zevk için öldürdüğünü gördünüz mü? ya da onların sınırlarına, yaşam alanlarına girilmediği sürece saldırgan olduklarını gördünüz mü? çok anormal nadir durumlar hariç zooloji bilimcileri de bu tespitleri kanıtlamıştır. Dünyanın birçok yerinde çeşitli kurt sürülerinin gebe olan geyik, karaca gibi hayvanları çoğu zaman avlamadığı gözlemlenmiştir. Bunun yanında aslan, puma, çita gibi yırtıcı hayvanlar avlarına işkence yapmadan avını kısa sürede boğup, yaşamına son verdikten sonra yemektedir. Kısacası doğa ekosistemi içindeki doğal etkileşim, dışarıdan bir müdahale olmadıkça türlerin karşılıklı menfaati olacak şekilde devam etmektedir. Peki bu besin zincirinde insanın yeri nedir? İşte şimdi sorun burada başlıyor. İnsanın ekosistem içinde ki sorunları ve doğaya verdiği zararların temelinde yatan nedenlerin başında, insanın avcı toplayıcı göçebe bir sistemden tarım devrimine geçip, yerleşik bir yaşam sistemi ve bu sistemle birlikte başlayan büyük dinlerin ortaya çıkması ile başlar. Bildiğiniz gibi avcı toplayıcı, göçebe dönemlerde insanlar daha çok “Pagan” inanışları içinde yaşıyorlardı. Bu insanlar çevrelerinde ki diğer canlı ve cansız varlıklarla kendilerini eşit, aynı görüyorlardı. Özellikle kuzeyde, Sibirya da yaşayanlar ve diğer orta Asya kavimleri için dağ, göl, nehir, akarsu ve ormanlar kutsal yerlerdi. Orta Asya kavimlerinde, klanlar içinde ki yaşam tecrübesi en yüksek ve bilge ihtiyarlar heyeti, savaş, göç, büyük av planları gibi önemli olaylar öncesinde yaşadıkları bölgenin en büyük ve en yaşlı ağacın altında toplanırlar, kararları öyle verirlerdi. Bu insanlara göre ağaçların kutsal sayılan gökle bir bağlantısı vardı. Bu ağaçlara “hayat ağacı” adı verirlerdi. Bu nedenle günümüzde halen özellikle “Alevi Türkmen (tahtacı)” lar arasında devam eden Şamanik ritüellerden biri sayılan ağaca çaput bağlama ve dilek dileme uygulaması buradan gelir. Bu adet daha halen Orta Asya ve Kafkasya bölgelerinde bilinir. Kurşun dökme adeti de yine buralardan gelen bir ritüeldir. İnsanoğlu tarım devrimine geçip yerleşik yaşama başlayıp, büyük dinlerin ve mitlerin ortaya çıkmasından beri doğa ile uyumlu yaşamak yerine ona zarar verecek şekilde kontrol altına alma eğilimindedir. Tüm büyük dinlerin merkezinde “ataerkil (erkek ön planda) insan” öğesi en önemli unsur olup, diğer bütün canlı ve cansız varlıkların sadece insan için yaratıldığı savunulmuştur. Bu gün insan ekosistem içinde besin zincirinin en tepesinde ki tartışmasız canlıdır. Milyonlarca yıl önce dinozorlar ve bazı dev yırtıcılar besin zincirinin en tepesindeydi. Ne var ki çevresel faktörler, evrimleşme ve başta insan olmak üzere daha zeki canlıların ortaya çıkması günümüze kadar hayatta kalacak canlıların kaderini belirlemiştir. Günümüzde insan, besin zincirinin en tepesinde ki varlık olsa da, diğer canlı ve cansız ekosisteme geri dönüşümü olmayacak derece en fazla zarar veren canlı türüdür. Bu nedenle besin zincirinin en tepesinde olmamızda bir yerde hiçbir şey ifade etmemektedir. Bunu en güzel şu Kızılderili atasözü anlatmaktadır. “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak”.. Dip not:
DEVLET – BÜYÜK ŞİRKETLER VE BAZI KURULUŞLARIN EKOSİSTEME OLAN ZARARLARI Emperyalist ülkelerin sadece sömürüye ve kazanca dayalı acımasız yönetimleri ve bunları geri planda yönlendiren büyük şirketlerin doğa ekosistemine maalesef geri dönüşümü olmayan zararları olmuştur. Bu gün bazı bitki ve hayvan türleri tamamen yok olmuş, bazıları da yok olma yolunda hızla ilerlemektedir. İşin ilginç yanı “Greenpeace” , “BM” gibi kurumlar görünürde tabiatın zarar görmemesi için bir şeyler yapıyor gibi görünse de, gerçekte bu kurumların başında ki kişilerde tüm dünyayı yöneten ve yönlendiren büyük şirketlerin kukla yapılarından başka bir şey değildir. Ne yazık ki Dünya gezegeni, kendilerini dünyanın kadim sahipleri sanan bir avuç imtiyazlı topluluk tarafından yönetildiğinden, bunların sahip olduğu dev şirketler doğaya her geçen gün zarar vermektedir. Şahsi kanaatim, doğa ekosistemine en fazla zarar veren ülkelerin başında “A.B.D” gelmektedir. Amerika kıtasına, Avrupa devletlerinden gelen güçlerle kolonileşme kuran bu devlet ( 4 Temmuz 1776 ) kuruluşundan bu güne kadar sürekli savaşan, milyonlarca insanın ölümüne neden olan vahşi kapitalist bir devlettir. Bu ülke insanlık için bir tehdittir. Tabi ki tek tek tüm A.B.D. halkı için bu kötülemeyi yapmıyorum. Ancak AB.D. liler kıtaya geldikleri andan itibaren, kıtanın otokton halkı ( yerli )Kızılderililere sistematik bir katliam uygulamıştır. ( Kızılderililere zehirli battaniye dağıtılması gibi ) Bununla yetinmeyen bu vahşi devlet 2.Dünya savaşında hepimizin bildiği gibi Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine peş peşe atom bombaları atarak yüzbinlerce insanın yaşamına bir anda son verdiği gibi etkisi elli yıldan fazla süren radyasyon kirliliğini meydana getirerek binlerce bebeğin sakat doğmasına neden olmuştur. Yine aynı vahşi ABD, 1960 lara geldiğinde bu kez Vietnam’a saldırarak, bu ülkenin şehirlerinin, ormanlarının neredeyse yarısını yakmış, tahrip etmiş, on milyondan fazla Vietnamlıyı öldürmüş ve kendisi de altmış bin’den fazla askerini kaybederek bölgede hiçbir amacına ulaşamadan savaşı kaybederek geri çekilmiştir. Bunun yanında ABD nin en yakın müttefiki İsrail görünürde henüz bir bölgenin ekosistemini tümden değiştirecek çapta askeri bir maceraya girmemesine karşın, ABD de ki silah şirketleri ve silah dışında ki dev endüstri şirketlerinin sahiplerinin neredeyse ezici çoğunluğunun Yahudi ve İsrail vatandaşı olduğu bu gün herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Günümüzde bu iki devlet maalesef Dünya barışına ve ekosistemine en fazla zarar veren iki devlettir. Bu devletlerin vatandaşları, halkı artık gerçeği görmeli, dünya gezegenine verilen zararlar nedeniyle isyan etmeli, en azından vahşi yönetimlerine karşı tepki vermelidir. Zaten son zamanlarda bu ülkelerin ( özellikle ABD vatandaşları ) ülkerine karşı zaman zaman isyan etmektedirler. 17 Eylül 2011 de “Wall Street’i İşgal Et” sloganı ile başlayan ve tüm ABD ye yayılan gösteri ve isyanlar, ABD büyük şirketlerinin devleti arka plandan yönetmesi, sosyal adaletsizlikler gibi nedenlerle başlamıştır. Eylemin büyüklüğüne rağmen, eylem büyük medya kuruluşlarında yer almamış, zaman zaman bu medya kuruluşları bu isyanı etkisizleştirmek için eylemi yapanları Nazici, komünist, seks bağımlısı gibi çeşit çeşit kalıplara sokmuşlardır. ( Tıpkı Türkiye de Haziran 2013 te Gezi Parkına yapılmak istenen topçu kışlasını protesto eden kitlelere iftira atıp, suçladıkları gibi ) Peki, Dünya ekosistemine zarar veren sadece ABD midir? tabi ki hayır. Rusya, özellikle Çin, Hindistan ve bazı 3.Dünya ülkelerinin zararları mevcuttur. Rusya’nın Çernobil faciası buna örnektir. Çin’in ucuz iş gücü ile ürettiği özellikle plastik bazlı bazı kalitesiz ürünlerin kendisi ve bu ürünleri üretirken neden olduğu gaz salınımı ve atıklar Dünya ekosistemine büyük zararlar vermiştir. Ancak yine de haklarını vermek gerekir ki , Çin, Rusya, Hindistan ve diğer Avrasya ülkeleri, ozon tabakasının incelmesi, delinmesi, küresel ısınma sonucu buzulların erimeye başlaması gibi konularda son zamanlarda her sene çok ciddi raporlar çıkartarak çözüm yollarını araştırmakta, kötü gidişatı önlemek için gerçek ve ciddi adımlar atmaktadırlar. Son zamanlarda ABD nin geçte olsa bu kervana katıldığını söyleyebiliriz. SONUÇ OLARAK Çok zengin ve toplumun büyük yığınlarının ulaşamayacağı maddi imkânlara sahip olabilirsiniz. Ancak üzerinde yaşadığımız ülkenin ya da Dünya’nın her hangi bir yerinde ki çevresel felaket eninde, sonunda sizi de etkileyecektir. Bu nedenledir ki gerek ev, iş yaşamımızda ürettiğimiz ürünleri, yaptığımız ticareti, atıklarımızı doğaya ve çevreye zarar vermeyecek şekilde ya da en azından minimum zararı gözeterek düzenlememiz gerekmektedir. “EKOSİSTEM” konusu ilkokul düzeyinden başlamak üzere ders olarak müfredata konulmalı, üniversite düzeyinde doğa ile barışık alternatif enerji kaynakları araştırılmalı ve geliştirilmelidir. Maalesef Güneş sistemi içinde, Dünya benzeri üzerinde yaşam olan başka bir gezegen bulunmamaktadır. Görünen o ki yakın bir zamanda da insan eliyle dışarıda müdahale ile yeni bir gezegende yaşam alanı var edilemeyecek. Bu nedenle elde ki yaşlı gezegenimiz Dünyayı içinde ki insan dışında ki canlı ve cansız varlıkları sevgi ve ilgi ile korumamız gerekmektedir..
Saygılarımla Timur Türker
|
1753 kez okundu |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |